
“Yazlık: Şehirlinin Kolonisi” müstakil evlerden sitelere, Türkiye kıyılarındaki yazlık mekanlarını ortaya koyan kapsamlı bir araştırmadan gelişen bir sergi... Yazın bitip, sonbaharın başladığı Eylülün başında Salt Beyoğlu’nda Kalebodur’un desteğiyle açıldı.
“Yazlık: Şehirlinin Kolonisi” müstakil evlerden sitelere, Türkiye kıyılarındaki yazlık mekanlarını ortaya koyan kapsamlı bir araştırmadan gelişen bir sergi... Yazın bitip, sonbaharın başladığı Eylülün başında Salt Beyoğlu’nda Kalebodur’un desteğiyle açıldı.
Bir sahil beldesinde ev sahibi olan veya yaz tatillerini bu bölgelerde geçiren herkesin kendisinden bir parça bulacağı, anılarının canlanacağı, geçmişe yolculuk yapacağı, bir yandan romantik, bir yandan da geçmişle bugün arasındaki değişimi yüzünüze çarpan realist bir sergi. Salt Beyoğlu’nun tamamını kapsayan, bu renkli serginin detaylarını Salt Araştırma ve Programlar Yöneticisi ve serginin de Küratörü Meriç Öner’le konuştuk.
Sergi fikri nasıl oluştu? Sergiyi anlatabilir misiniz?
Yazlık: Şehirlinin Kolonisi sergisi isminin de ele verdiği üzere büyükşehirlerde yaşayanların Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki etkisine bakma fikriyle başladı. Bunun iki temel sebebi var. İlki 1950’lerle başlayan, 1970’li yıllardan sonra çoğalana ve 1980’lerle birlikte çok büyük bir ivme kazanan kıyı yapılaşmasında evlerin rolüne odaklanmak. Yazlık ev, Türkiye mimarlık araştırmalarında neredeyse hor görülmüş diyeceğim. Oysa hem ilk yıllardaki tekil örneklerde, hem de yap-sata dönüşen site modelinin bir öncesi ara dönemde çok nitelikli örnekler var. Evi çalışmanın merkezine koymak, bu araştırmayı yürütmek istememizin ikinci temel sebebine de karşılık eğliyor. Tarih çalışmaları iri ölçekli, kamusal ve önemli diye tariflenmiş yapıları veya önemli bir profil olarak kabul edilmiş mimarları takip ediyor. Yazlık ev, 1930’lardan itibaren pek çok mimarın, 1980’lerden itibaren evlerin kullanıcılarının elinin değdiği bir konu. Yazlık evler, nitelikli tasarımları ve uygulamaları olmadığı durumda yazlıkçıların ihtiyacına göre kişisel arzulara göre kullanıcılar tarafından yeniden düzenlenmiş ortamlar. Zaten dönem yayınları incelendiğinde, yazlığın 1930’lardan itibaren popüler kültür ile mimarlık kültürünün kesiştiği bir yer olduğunu görüyoruz. Bugünkü mimar markalı tasarımlar da aynı sürekliliğin günümüze yansımış başka bir boyutu denebilir.
Özgen Ailesi / 1984 @Foça-İzmir
Serginin tarihsel dokumu nasıl? Hangi yıllar arasını kapsıyor?
Sergide 1700’lerden 1990’lara kadar çeşitli belgeler ve nesneler var. Sayfiye, Osmanlı İmparatorluğu’nda saray içerisinde yeşermiş bir ortam. Kışlık saraydan yazlık saraya göç edildiğinde üst düzey saray yetkilileri de dönemin deyişiyle kendi sahilhanelerine gidiyorlar. Bunlara dair yazılı belgeleri merak etmiştik. Bizim sergilediklerimiz durumun özeti niteliğinde. İngiliz sefaretine hediye edilen bir yalıdan, adalara aksayan seferlerden söz eden mektuplar var. Cumhuriyet ile birlikte sayfiye anlayışı süreklilik gösteriyor ve gelişiyor. Seyfi Arkan’ın tasarladığı Florya Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü bunun en iyi örneği. İstanbul’da bizden önceki kuşakların anlattığı deniz hayatı ile ilgili başka ipuçları yakaladık. Şehrin 1930’lardan itibaren aynı zamanda başkent bürokratları tarafından sayfiye olarak kullanıldığını ben bilmiyordum. Devamında 1980’lere kadar çoğunluğu Marmara’da, bir kısmı Ege’de yer alan tekil yapılardan söz ediyoruz. 1960’lar sonrasında ise tatil sitelerinin ilk örneklerinden yola çıkarak toplu evleri değerlendiriyoruz. Kıyı bölümünde yer alan ve aile albümlerinden derlenen yazlık fotoğraflarını da sayarsak tarama 1990’lara kadar geliyor.
Neden bu tarih aralığını seçtiğinizi öğrenebilir miyiz?
Sergide yorumlanan asıl aralık 1930’lardan 1990’lara kadar. Öncesindeki gözlem ve belgeleri paylaşmak istememiz İstanbul’da artık şehrin içi sayılan yerlerin 18. ve 19. yüzyıldaki kullanımını anımsatmak. 1930’lar ile 1990’lar ise tekil örneklerle başlayıp, turizm modeli olarak geliştirilen birkaç özgün toplu yapılar grubunun yap-sat modeline dönüşmesini örneklendiriyor. Bu tarihten sonra Türkiye’nin şehirlerinde yaşanan değişim başka alışkanlıkları beraberinde getiriyordu. Sonra bu alışkanlıkların bütünüyle yazlık beldelere taşındığını görüyoruz. Yazlıkçılar geçici olarak gittikleri bu beldelerin kendi şehirlerinin kötüce bir kopyasına dönüşmesinde sakınca görmediler. O zaman yazlığa gitmenin toprak, hava, denizle ilişkilenerek şehirden kaçma potansiyeli eridi gitti. 2000’lerin sonrası bugün ele alınması gereken ciddi bir durum. Bu aralığı sergilemek değil tartışmak gerekiyor.

Malzeme toplama konusunu nasıl başardınız? Başarmak diyorum çünkü çok ilginç ve gün yüzüne çıkmamış hikayeler görülüyor?
Malzemeye ulaşmak için bir yandan el altında olan kaynakları verimli kullanmak, diğer yandan araştırmanın kendisini her gün yaşadığınız bir hikayeye dönüştürmek gerekiyor. Sergide yer alan Kalender Ailesi Tatilde isimli bir animasyon var. Film, Mefkûre (Binici) Gülalp isimli bir kişinin roman gibi kaleme aldığı günlüğünden yola çıkarak torunları Burcu Kütükçüoğlu ve Simge Hough tarafından hazırlandı. Burcu’ya Akdeniz mimarisi çalıştığı için ulaşmış ve anneannesine ait bu anı defterinden haberdar olmuştum. Defterde ailenin 1962 yılında tatil yapmak için Ankara’dan İstanbul’a, Pendik Güzelyalı’da kiraladıkları bir eve gelmeleri anlatılıyor. Beklentilerine karşılık müthiş bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bu defterdeki hikaye en baştan beni heyecanlandırsa da ancak Refik Halid Karay’ın sergide yer alan 1946 tarihli “Otel ve Ev” isimli yazısında Ankara’dan yaz tatili için gelenlerin İstanbul’da mesken sorunu yarattığı iddiasını okuyunca kendine tartışmasız bir yer buldu.
Sergide buna benzer başka hikayeler var mı?
Bunun gibi Tanç ailesinin sergiye çok değerli katkıları var. Tuluy Tanç ile Bodrum Gündoğan’daki yazlık sitelerindeki hukuki bir takım çekişmeleri anlamak için görüşmek istemiştik. Tuluy Bey bize Cennetevler sitesinin ilk dönem fotoğraflarını verdi. Tuluy Bey’in oğlu Cengiz yazın tatil için Gündoğan’a gittiğinde aynı kareleri yeniden çekti. 1992 ve 2014 arasında tekrarlayan fotoğraflar aslında kendi içinde tüm konuyu özetliyordu. Araştırma vesilesiyle tanıştığımız fotoğraf sanatçısı Ekin Özbiçer, Ege’de çektiği Mavi Bayrakserisini ilk defa bu sergiye yakıştırdı. Aile fotoğrafları toplamak için yaptığımız açık çağrıyı duyan sanatçı Ege Berensel birktirdiği süper 8 filmlerden tespit ettiği çocuk ve yaz durumunu konumlayan 1953 isimli bir video işi yaptı. Aslında her bir parçanın sergide kendine yer bulduğu heyecanlı bir an var. Örneğin dönemsel üretimleri anlatmak için seçilmiş olan sandalyeler aile dostlarının katkısı…

Yüzerevin büyük bir kesiti bulunuyor? Evin hikayesi ve mimarlık tarihimizdeki önemi nedir?
Yüzerev’in ilk fotoğraflarına 1939 Ocak-Şubat tarihli Arkitekt dergisine rastlıyoruz. Ardından 1947’de yeniden dergiye konu oluyor. Esra Akcan, Mimarlar Odası’nın yayımladığı Modernist Açılımda Bir Öncü: Seyfi Arkan kitabında bu yapıdan söz ediyor. Üstelik deniz hamamları ve Seyfi Arkan’ın Florya Deniz Köşkü bağlamında esinlemeler ile yorumluyor bu yapıyı. Mimarlık Müzesi’nde Cahide Tamer arşivinden alınmış bir fotoğrafta yapı 1936 tarihi ile kayıtlı. Projenin mimarı Ahsen Yapanar D.G.S.A’da muallim. Abidin Mortaş’ın yazlık ev kiralamak yerine arsa alıp inşa etmek üzerine 1933 yılında Arkitekt’te yer alan bir tavsiyesi var. 1939’da Ahsen Yapanar’ın ev yerine Yüzerev’i tavsiye ettiğini okuyoruz. Bana sorarsanız mimarlık tarihi açısından bu evi bilmenin değeri en çok öğrencilerin gerçek heyecan duyabileceği bir geçmişi göz önünde tutmak yönünde olurdu. Biz de bu yüzden kendimizi tutamadık ve 1/1 üretim yaptık. Üretimi yapan marangozlar projeyi bizim sandıkları ilk anda tasarım ekibini büyük saygıyla tebrik ediyorlardı.
Serginin büyük bir alanında Behruz Çinici ve Ersen Gürsel’in yazlık projelerinin mercek altına alındığını görüyoruz. Bu projelerin sergideki yer alma biçimlerini dinleyebilir miyiz?
Sergide Burhaniye Artur ve Datça Aktur projeleri yer alıyor. Artur’un müellifleri Altuğ Çinici, Behruz Çinici ve Servet Kılıç; Aktur ise Mehmet Çubuk, Öcal Ertüzün, Nihat Güner ve Ersen Gürsel tarafından tasarlanmış ve uygulanmış. Bu projelerin bir ortak yanı var. Her ikisinin de bugünkü tabirle “geliştiricisi” Özer Türk. Özer Türk bizim araştırmamızda defalarca karşımıza çıkan bir isim. Turizme olan merakı ve ilgisiyle Türkiye’nin ilk turistik yapılarının altında imzası var. Ersen Bey ve Öcal Bey’den öğrendiğime göre iç ve dış turizmin eş zamanlı geliştirilmesini önemli buluyor ve buna göre çok titiz projeler yürütüyor. Artur, Türkiye’nin ilk yazlık sitesi ve 2500 üniteli dev bir yerleşim.

Çinici’nin tüm arşivi geçtiğimiz yıl size teslim edilmişti değil mi?
Evet, doğru! SALT’ın yakın zamanda mimarlık arşivine dahil ettiği Altuğ ve Behruz Çinici arşivinden orijinal paftalarımız var. Projelerin arkasındaki uğraşı, emeği görmek çok önemli.
Aktur projesinde nasıl bir çalışma yaptınız peki?
Aktur’da bizim açımızdan en can alıcı malzeme Ersen Gürsel ve Öcal Ertüzün ile yaptığımız röportajdan aldığımız bir kesitti. Onlar Türkiye’deki kentsel gelişme karşısında yazlığın nasıl şekillendiğini anlatıyorlar ve daha önce biz bunları hiç kimseden dinlemedik.
Artur ve Aktur’u özel kılan şey nedir sizce?
Artur ve Aktur’u incelediğinizde bence çok önemli bir nokta ortaya çıkıyor. Her iki yerleşimin kullanıcıları buralara tutkundurlar. Burada asıl yapının altyapı olduğunu anlıyoruz. Bu ölçekte ihtiyaçlara göre doğru tasarlanmış yapılar, diğer yazlık sitelerde karşı karşıya olduğumuz gözden düşme ve terk edilme tehdidinden uzak, gittikçe daha da beğeni kazanıyorlar. Mimarlığı estetik değil de teknik bir sorumluluk olarak değerlendirirsek bu durum çok önemli bir noktaya işaret ediyor.

Sergi bir ay kadar önce açıldı, geri dönüşler nasıl acaba?
Serginin yapısı eksiltmeye ve çoğaltmaya çok müsait. Geri dönüşler de buna göre çok çeşitli. Konunun özünde kişisel birikimler olduğunu biliyoruz. Yani yazlıklar birilerinin anı defterinde, albümünde, eski filmlerde ve fotoğraflarda. Böyle olunca herkesin bir köşede yeni bir sergi açması gerekiyor belki de. En önemli geri dönüş bu araştırmanın sergiden sonra nasıl değerlendirileceğinin merak ediliyor olması. Bir elektronik yayın hazırlığındayız. Hem içeriği hem de sergi süresince açılan konuları araştırmanın içinden ve dışından yazarlarla değerlendireceğiz.
Serginin kamu programları var mı?
Çok keyifli bir film programı var: “Bugün Günlerden Ne?” Hepsi uzun metrajlı ve farklı kültürlerin yazlık mekanlarında geçiyor. Her Perşembe akşamı SALT Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da yapılıyor gösterimler. Ayrıca “Ev Konuşmaları”, “Kıyı Konuşmaları” ve “Hafif Konuşmalar” başlıklı üç program hazırladık. Araştırmacılar, mimarlar, sanatçılar ve meraklılarla sergideki ipuçlarını biraz daha açarak konuşacağız. Her zamanki gibi lise ve üniversite öğrencileri ile her yaştan meraklılara açık atölye programları geliştirdik. saltonline.org ve SALT’ın sosyal medya kanallarında takip edilebilir kolaylıkla.

Sergi tasarımını genç bir ekip Pattu yaptı. Onları 1. Tasarım Bienali'ndeki islerinden de hatırlıyoruz. Pattu ile olan işbirliğinizi anlatabilir misiniz?
SALT’taki sayılı sergide tasarım ekiplerini programa davet ederiz. Bunlar da genellikle kent ve mimarlık ile ilgili konular oluyor. Farklı ölçekte üretilecek ve ilişkilendirilecek malzeme olduğunda grafik ve mekan tasarımında iş birliğine ihtiyaç var. PATTU’yu geçtiğimiz sene davet ettik, çalışmaların ortasındaydık. Bir yerden sonra araştırma, tartışma ve tasarım birbiri üstüne çakıştı. Onların da hem kişisel hem mesleki merakı olduğu için keyifle çalıştılar. Kimi yerde içeriğe tasarım sağladılar, kimi yerde içeriğin anlatılmasındaki yöntemleri de birlikte değerlendirdik. Verimli ve yoğundu.
Bir de Kalebodur işbirliğinizi merak ediyorum. Mimarlıkla ilgili üçüncü serginizi destekliyorlar. İşbirliğiniz nasıl oluştu?
İlk birlikte çalışmamız Atatürk Kültür Merkezi üzerine yapılan araştırmadan Pelin Derviş ve Gökhan Karakuş’un hazırladığı sergidir. Burada Kalebodur, AKM’ye olan ilgisinden ötürü sergiye destek verdi. SALT, prensip olarak uzun soluklu iş birliklerini anlamlı buluyor. Maddi katkının yanı sıra yeni bir ortamın gelişmesine vesile olma heyecanı paylaşılınca anlamlı bir beraberlik doğuyor. Bunun üzerine 2013 yılında Georg Schöllhammer ve Ruben Arevshatyan ile çalıştığımız Yerelde Modernlerisimli 1950’ler sonrası Sovyet mimarlığı üzerine yaptığımız çalışmayı Kalebodur’a götürdük ve bu projeyi de desteklediler. Hatta bu sergi Yazlık: Şehirlinin Kolonisi ile aynı gün Sao Paulo’da açıldı. Buna vesile SALT’taki sergidir. Kalebodur’un desteğiyle çok sayıda orijinal malzemeyi İstanbul’a getirme fırsatımız olmuştu. Serginin hala gündemde olması mutluluk verici.