Emre Arolat'tan Musibet!

İstanbul Tasarım Bienali ile görücüye çıkmaya hazırlanan tasarım dünyası, küratörler Emre Arolat ve Joseph Grima'nın sergilerini merakla bekliyor. Bienalde "Kusurluluk" temasını ayrı ayrı yorumlayarak, bağımsız çalışmalarla iki farklı yaklaşım sunacak olan Arolat'ın “Musibet”, Grima’nın ise “Adhocracy” isimli sergileri çokça konuşulmaya başladı.
Home Art, Mayıs 2012

İstanbul Tasarım Bienali ile görücüye çıkmaya hazırlanan tasarım dünyası, küratörler Emre Arolat ve Joseph Grima'nın sergilerini merakla bekliyor. Bienalde "Kusurluluk" temasını ayrı ayrı yorumlayarak, bağımsız çalışmalarla iki farklı yaklaşım sunacak olan Arolat'ın “Musibet”, Grima’nın ise “Adhocracy” isimli sergileri çokça konuşulmaya başladı.
Home Art, Mayıs 2012

Aylar önce Sevgili Emre Arolat'la bir akşam yemeğinde sohbet ederken İstanbul'un Tasarım Bienali'ne hazır olup olmadığını sorduğumda, sorma biçimimden ötürü bana sorumun aynısını yönelterek yanıt vermişti. O gece epeyce konuyu tartışma imkanı bulduğum Emre Arolat'a Tasarım Bienali'ni ve "Musibet" i sordum.

İstanbul Tasarım Bienali'nde "musibet" temalı bir sergi tasarlıyorsunuz. Sergi için düşündüklerinizi ve neden "musibet" temasını seçtiğinizi öğrenebilir miyiz?
Öncelikle Tasarım Bienali Danışma Kurulu üyelerinden Dejan Sudjic’in ortaya koyduğu “Kusurluluk” teması üzerinden, İstanbul’da ilk defa düzenlenecek olan bir tasarım bienalinde küratör olarak bir altmetin oluşturmak ve bu metni bienalin omurgasını oluşturacak bir kavramsal çerçeve haline getirmek inanın hayatta yaptığım en zor projelerden biri oldu.

Neden “Musibet”? Esasen içinde bulunduğumuz durumu çokdamardan ifade eden bir kelime gibi gözüküyor zira İstanbul bugün özellikle merkez ülkelerdeki durağan ekonomiler içinde yaşayan; tarihsel süreçteki gelişmesini tamamlamış, geleceğini nasıl çözeceğini önceden öngörmüş kentlere hiç benzemeyen bir şekilde, biraz rüzgarın hızıyla, içinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürün de getirmiş olduğu ivmeyle, inanılmaz bir hızda dönüşüyor. Bu dönüşümün içinde kente olan göçün, yabancı sermayenin İstanbul’a gelmesinin, dış ülkelerle olan ilişkilerin alışık olmadığımız ölçüde artmasının büyük bir rolü var. Tabi bu dönüşümün ne kadar planlanabilir olduğu, kentin içindeki birbirinden farklı dengeleri ne kadar göz önüne aldığı tartışma götürür. Esasen “Kusurluluk” meselesini masaya yatırıp düşündüğümüzde bize hiç de yabancı olmayan bir kavramla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu, çok da farklı noktalara çekilebilecek bir kavram ama biz özellikle kent ve mimari tasarım bağlamında bu konuyu ele aldığımızda iki uç noktanın varlığını tespit ettik: Bunlardan bir tanesi, kentin ve kentteki yeni yapıların “bağlamsalcı” bir anlayışla; yani içinde bulundukları yere ait bir takım duygularla, bağlama ait bir takım verilerle tasarlanması durumu ve bu yaklaşımın ortaya koymuş olduğu bir uç. Bunun tam karşıtı ise, “anti-bağlamsalcılık” diye adlandırabileceğimiz bir uç. Kabaca ifade edecek olursak, dünyada özellikle mimari ve kentsel tasarım bağlamında bu iki uçtan bahsedilebilir. Bu iki ucun kentte yaşanan dönüşüm bağlamındaki tezahürlerine bakmaya başladığımızda, iki tarafta da durumu problemli hale getiren bir tür estetizasyonun var olduğunu ve tasarımın bu iki uç arasında salındığını görmeye başlıyoruz. Bir tarafta bağlamsalcı bir yaklaşım adına yapılan ve iktidarların kendilerini en güçlü hissettikleri zamanlarda mimarlığı ve kentsel tasarımı bir tür araç haline getirdikleri anda ortaya çıkan bir sahte tarihselci veya hortlatmacı bir tutumdan bahsedilebilir. Bir diğer tarafta, ilgisini içinde bulunduğu yerin bağlamsal katmanlarından tamamen uzaklaştırmış, ondan önce üretilmiş olanları, hangi kalitede olursa olsun göz ardı etmeye hazır, bütün gücünü yenicilikten alan ve yeni olanı, ilginç olanı bir fetiş nesnesi haline getirmiş anti-bağlamsalcı bir yaklaşımdan söz edilebilir. Bu iki ucun, İstanbul’da yaşanan kentsel dönüşüm olgusu üzerinden sorunsallaştırılmalarının, bu ana eksen üzerinden açımlanan yan konular ile birlikte serginin ana gündemini oluşturabileceğini öngördük.

İstanbul için çok önem arz eden bir proje olan Antrepo 5'in 2013'te tamamlanarak açılışının yapılacağını duyuyoruz. Antrepo5'i sizden dinleyebilir miyiz? Karaköy gün geçtikçe İstanbul'daki değerini bulmaya başlıyor, Antrepo 5, Galataport projesi ve İstanbul Modern arasında bir ilişki olacak mı? Ne dersiniz?
Antrepo 5 yapısının MSGSU Resim ve Heykel Müzesi’ne dönüştürülmesinin üzerinde çalıştığımız en heyecan verici projelerden biri olduğuna hiç kuşku yok. Bu proje ile ortaya çıkacak olan yapının bir yönüyle kentin kültürel altyapısı bağlamında önemli bir merkeze dönüşmesi söz konusu. Diğer taraftan yıllardır üzerinde düşündüğümüz, kimi kez damardan eleştirdiğimiz, bazı durumlarda da üzerine titrediğimiz "müze" meselesi ve mimarlığı anlamında bize taze bir söz üretme ve bunu paylaşma olanağı veriyor. Bir diğer olanak da bu yapı üzerinden, yenileme, dönüşüm, kentin iyi eskimesi ve hafızası gibi konuları yeniden probleştirebilmek. Bu anlamda hayli çok katmanlı bir projeden söz ediyoruz. Çevresindeki diğer yapılarla olan entegrasyonu da önemli bir mesele kuskusuz ve bunun iyi koordine edilmesi gerekiyor.