Londra Sokaklarında Kaybolmak!

Eylül ayı benim için yepyeni başlangıçların habercisidir. Yıl Ocak ayında değil de Eylül’de başlar sanki. Ben de bu Eylül’de bir değişiklik yapmak istedim ve size ilk kez bir şehir hakkındaki izlenimlerimi ve önerilerimi yazmaya karar verdim.

Eylül ayı benim için yepyeni başlangıçların habercisidir. Yıl Ocak ayında değil de Eylül’de başlar sanki. Ben de bu Eylül’de bir değişiklik yapmak istedim ve size ilk kez bir şehir hakkındaki izlenimlerimi ve önerilerimi yazmaya karar verdim.

Kimilerine göre çok romantik bir şehir olan Londra bana SherlockHolmeshikâyelerini anımsatır ve onun hikâyelerinden dolayı sokakları ve evleri çok tanıdık gelir. Ara sokaklarını keşfe çıktığınızda 1800’lerin sonlarından beri şehir sanki hiç değişmemiştir. Biraz hayal gücünüzü zorlasanız, uzaktan at arabalarının sesini bile duyabilirsiniz.

Londra’nın insanların huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşaması için özel olarak tasarlanmış bir şehir olduğunu düşünürüm. Pahalı olması haricinde, hayat o kadar kolaydır ki. Ulaşım çok pratiktir, metro ve otobüsle tüm şehri keyifle gezebilirsiniz. Şehrin her anında yaşanabilecek bir kültür ve sanat etkinliği vardır. Hatta o kadar çoktur ki hangisine gideceğinizi düşünecek kadar arsızlaşabilir, iştahınızı kabartabilirsiniz. Müzelerinin neredeyse tamamının ücretsiz olması, takdirlerime şayandır. Neredeyse adım başı bir parka sahip olmaları da kıskançlıktan çatlamama sebebimdir. Bir şehir bu kadar mı kusursuz olur derseniz; kasvetli ve yağmurlu havası hiç çekilmez. Bazen bir hafta hiç evden çıkmak istemez ve melankolikleşebilirsiniz. Ama yağmuru da ayrı güzeldir. Size ironi gibi gelebilir ama yağmurun ve kasvetin bu şehrin üzerindeki nazar olduğuna inanırım.

Tasarıma ilgi duyanlara ise Londra’da üç yer önereceğim.

Shoreditch
Bambaşka bir Londra keşfetmek isterseniz Shoreditch sizi bekliyor. Londra’nın endüstriyel depolarının yerini sanat galerine, pub’lara, cafelere ve restoranlara bıraktığı, tuğla duvarlarının birer grafiti şova dönüştüğü tasarım cenneti. Biraz vintage, biraz bohem! Barbican Center, Hoxton Square, Red Church Street mutlaka görülmeli, görmezseniz bence çok üzülürsünüz. Pazar günü Shoreditch için güzel bir seçim olabilir, böylece Columbia Road Çiçek Pazarı, Brick Lane ve Spitalfields Pazarı’ndan eviniz için çok farklı objeler bulabilirsiniz.

Covent Garden
Sokaklarında kendinizi yitireceğiniz bir başka nokta da Covent Garden. Her gün ayrı bir sokak şenliğini izleyebilir, sokak sanatçılarına şaşkınlıkla bakmayı bıraktıktan sonra, karşınızda duran Covent Garden Market’i gezebilirsiniz. Bin bir türlü şey alabileceğiniz dükkânları, güzel restoranları, kafeleri ile benim favori mekânlarımdandır. Royal Opera House’un içine girip dolaşmak, Neal’s Yard’da gökkuşağının içinde oturduğunuzu hissedeceğiniz renkli şirin binaların arasındaki Homeslice’de devasa bir pizza yemek ve sonra da yanı başındaki Monmouth Sokağı’na geçerek Monmouth Coffee’den bir kahve içmek. İddia ediyorum, Monmouth’da kahve içtikten sonra, daha önce içtiğim kahveler neydi diye sorabilirsiniz.

Chelsea
İç mimariye ve dekorasyona meraklı olanlar Chelsea’yi görmeden Londra’dan dönmemeli. Hatta uzunca bir zamanınız var ise önerilerime kulak verin bir cumartesinizi Pimlico Road’daki tasarım butiklerine ayırın. Saatchi Gallery’yi ve sonrasında da Duke of York Square pazarındaki lezzetlere dalmalısınız. Maldon Oysters standından bir tabak oysters ve Fins&Trotters standından da Fish&Chips yiyin derim. Bana güvenin Londra’daki en iyi fish&chips’i burada yapıyorlar. Ne içeceğim diye hiç düşünmeden hemen yanı başınızdaki tezgâhtan geleneksel İngiliz içkisi Pimm’s içmenizi tavsiye ederim. Eğer vaktiniz kalırsa dünyanın en eski bahçelerinden birisi olan Pysic Bahçesi’ni görülmeye değer. Chelsea Horbour’daki Design Center’a da muhakkak uğramalısınız. Dekorasyon konusunda aklınıza gelebilecek her şeyi orada bulabilirsiniz.