Modernitenin Mimarlığın Esasları ile Sınavı

Bienallerin vazgeçilmez adresi haline gelen Venedik, bu sene 14. kez kapılarını mimarlara ve mimarlığı yakından takip edenlere açtı. Küratörlüğü büyük merak konusu uyandıran Rem Koolhaas’ın izleyici sayısını geçmiş yıllara göre arttırıp, arttırmayacağı büyük merak konusuydu.

Bienallerin vazgeçilmez adresi haline gelen Venedik, bu sene 14. kez kapılarını mimarlara ve mimarlığı yakından takip edenlere açtı. Küratörlüğü büyük merak konusu uyandıran Rem Koolhaas’ın izleyici sayısını geçmiş yıllara göre arttırıp, arttırmayacağı büyük merak konusuydu.

Venedik Mimarlık Bienali Arsenale’de ve Giardini Bahçeleri’ndeki olağanüstü sergi alanları ile birlikte, şehrin farklı noktalarında haziran ayında görücüye çıkmıştı. Bu sene başlama tarihi öne alınarak yazın ilk günleriyle başlayan bienal, bir çok etkinlikle Kasım ayına kadar izleyicileri beklemeye devam edecek. Ekim ayında başlayan Acqua Alta (suların yükselmesi) dönemi ile düşük sezona giren Venedik turizmi, bienali görmek isteyenler için Kasım sonuna kadar uygun fiyatlar vaat edebilir. Yaşamımızın her alanını kaplayan mimari elementlerin Rem Koolhaas gözü ile ayrıştırılması olan Fundamentals; mimar olmayanlar için de cazip bir sergi olabilir.

Son yıllarda mimarlık dünyasının ilgisinin azaldığı Venedik Mimarlık Bienali’nin son küratörü olarak Rem Koolhaas’ın tercih edilmesi reytinglerin artması için doğru adres oldu. Şayet farklı bir isim seçilmiş olsaydı, bienal yönetimi eleştiri oklarını göğüslemek zorunda kalabilirdi. Bir sonraki bienalin küratörünün de bu anlamda işi epey zora benziyor. Bana kalırsa Rem Koolhaas gibi deneysel mimarlığın öncüsü sayılan bir isimden sonra, bu görevi üstlenecek isim Japonya’dan çıkmalı. Son zamanlarda dünyaya nam salmış Japon mimarlarının, gerek tasarladıkları sergilemelerde, gerekse mimari projelerde farklı okumalar sundukları gözlemleniyor. Benim Giardini’deki ülke pavyonlarında en etkilendiğim sergi Japonya’nınkiydi. Bir önceki bienalde de yine Japonların tasarımlarına, mimari dillerine hayran kalmıştım ki, zaten birinci seçilmişlerdi. Bu yıl da ülke pavyonları arasında birinciliği yine Uzak Doğu kökenli bir ülke olan, Kore’ye gitti. Bu bile Uzak Doğu’dan gelen sese kulak vermek için bir gösterge.

Rem Koolhaas bienal için düzenlenen basın toplantılarından birisinde “Herhangi bir mimar tarafından herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda kullanılmış mimarinin temel esaslarına taze bir açıdan yaklaşacağız ve mimarlıkla ilgili yeni bir şey keşfedebilecek miyiz diye bakacağız." diyerek Fundamentals temasının ışığını yakmıştı. Bu tema ile mimarlığın temeline dönüp bakılmasını öneren Koolhaas, sergilerde modernitenin sorgulanarak, farklı tasarım dilleri ile irdelenmesini teşvik etti.

Tema ekseninde ülkeler arası tasarım dili açısından modernite bir arada sunularak, ülkelerin mimarlıklarını modernizm ve fundamentals çerçevesinde yaklaşımlarını sergilendi. Koolhaas’a göre moderne adanan bir kaç bienal sergisi sonrasında, Fundamentals geçmiş üzerine odaklanacak - başka bir deyişle; her tür mimarinin, her mimar tarafından kullanılan kaçınılmaz elemanlarına (kapı, döşeme, tavan vb.) ve ulusal mimarilerin son 100 yıl içindeki gelişimine... Merkez Pavyon, Arsenale ve ulusal pavyonlarda yer alacak ve birbirini tamamlayan üç adet gösterimde; bu retrospektif, bugün açıkça yorgun olan mimarlığın temel repertuarının zenginliğine taze bir bakış üretecektir.”

Yine Koolhaas’ın deyimi ile “Fundamentals mimarlar hakkında değil, mimarlık hakkında bir bienal oldu” denilebilir. Zaten bu çağrı mimar olmayanların da, mimarlık hakkında geniş çerçevede bir izlenim edinmesi için olanak sağlamış oldu. “Fundementals” -Esaslar- teması ile mimarlığın temeline dönüp bakmamızı öneren Koolhaas, modernitenin sorgulanmasını keskin bir şekilde sergilerle sağlıyor. Tema çerçevesinde pek çok farklı bakış açısı bir arada sunularak ve ülkelerin mimarlıklarını modernizm ve fundamentalsüzerinden irdelemekte.

Bienalde ilk kez farklı bir yöntem deneyerek, eskiden tasarım temalarında özgür olan ülke pavyonları küratörlerine de tanımlı bir çerçeve çizerek “Absorbing Modernity/Modernliği Özümsemek” teması verilerek daha bütüncül ve katılımcı bir bienal görüyoruz. Bu eksenin Koolhaas tarafından bir deney aracı olarak görüldüğü ve ülkelerin geçmişteki modernite esasları ile yüzleştirdiği bana göre aşikar. Serginin bütünsel bakış açısı tarafından da Koolhaas’a bir izlence yarattığını hissetmek mümkün.

“Fundementals/Esaslar” çatısı altında yer alan bu çerçevenin yanı sıra “Elements of Architecture / Mimarlığın Elemanları” ve “Monditalia” başlıklı iki sergi yer alıyor. İlkinde duvar, merdiven, pencere, cephe malzemeleri, balkon, tuvalet, şömine, gibi en temel mimari elemanlar Giardini Bahçeleri’nde görülebilirken, Arsenale’deki ana binada da tamamen İtalya’nın mimarlık, politika, ekonomi, din, teknoloji ve endüstrisi izlenebilir. Bu izlemeyi yaparken, Arsenale’nin sonuna saklanmış ve en torpilli yeri aldıklarını düşündüğüm kült sergi mekanını alan İtalyan pavyonuna yarım gün ayırıp, okumaları yapmalısınız. Sergiden sonra Arsenale’nin sonundaki ve pavyondan açılan cennet bahçeleri görülmeye değer.

Koolhaas’ın tasarladığı Elements of Architecture sergisinin giriş bölümünde mimarlığın elementlerini anlatan video ve kült mimarlık kitapları sergileniyor. Zemin, koridor, cephe, pencere, tavan, kapı, merdiven, rampa, asansör, balkon, şömine(ısınma), duvar, tuvalet, yürüyen merdiven ve çatı olmak üzere mimarinin 15 esasının kütüphane gibi arşivlenmiş dizgisinde kendi hayatınızdan, yaşadığınız mekanlardan çok şey bulabilirsiniz. Bir yapıda var olan tüm elementlerde yapı malzemeleri ile birlikte gelişim sürecini irdeleme şansı yakalayabilirsiniz. Bu yüzden Rem Koolhaas’ın sergi tasarımı ve dili mimarlık alanında herkese kucak açacak cinsten. Sergide mimarlığın tüm katmanlarını, kronolojik olarak izleyebilme şansı yakalıyorsunuz. Ben de sizin için sergiyi birlikte gezdiğim Hasan Çalışlar, Yelin Evcen ve Kerem Yazgan’e sergi izlenimlerini sordum.

Hasan Çalışlar / Erginoğlu&Çalışlar Mimarlık
Yoğun ve dikkatle izlenmesi gereken sergiler, ön izleme günlerinde karşılaşılan alışılagelmeyen sayı ve düzeydeki izleyici profili, akşam geç saatlere kadar süren tartışmalar, farklı ülke pavyonlarında devam eden panel ve konferanslarla birlikte, dolu dolu bir bienal girişi yaptık. Her iki yılda bir, farklı paradigmalar içinde mimarlığı konuşma şansı bulduğumuz bu renkli ortamı özlemişiz.

Mimarlık ve kültür dünyasının egemen figürü Rem Koolhaas, bu sene teamüllerin dışında bir tutum izlemiş ve farklı bir bienal ortaya çıkarmış. Diğer bienallerin aksine, küratörün kendi sergisi dışında davet edeceği isimlere bu sene pek yer verilmemiş. Koolhaas, “top benim, kimseyi oynatmıyorum” tavrıyla, Venedik Mimarlık Bienali yerine; bir Koolhaas Mimarlık Bienali ortaya çıkarmış. Bunun dışında; hem kendi sergilerinin ana başlıkları hem de ülke pavyonları için verdiği tartışma konusunun, gelecekten çok, geçmişe yönelik olması sebebiyle de eleştirildi.

Son yüzyılın kolektif hafızası sergisi, mimarlık dışında, sahne ve performans sanatlarına da ev sahipliği yapmaktadır. Önümüzdeki günlerde dans ve tiyatro bienalinin de bu serginin bir parçası haline gelecek olması sebebiyle, farklı renklerin birlikteliğinden oluşan kuvvetli bir çekicilikle birlikte, bianel seyircisini şaşırtacak bir enerjinin de ortaya çıkacağı muhakkaktır. Koolhaas’ın Giardini de yaptığı “fundementals” sergisi ise; ayrı bir tartışma konusu. Mimarlığın geleceğinin ancak temel bileşenlerde olduğunu hatırladığından olsa gerek; büyük bir emek ve araştırma gerektiren bir arşiv çalışması ile desteklediği, merkez pavyondaki sergisi herkesi etkiledi. Bu sergi teması ve sergileme türünün, profesyonel olmayan seyircilerin de çok ilgisini çekeceğini düşünürsek; “Koolhaas, burada da organizasyonu kurtaracak bir tavır takınmış” diyebiliriz. Her sergi ve projeden sonra, kitap çıkartma huyunu iyi bildiğimiz küratörün bu sergiden sonra çıkartacağı kitabın, Neufert ve Grafc standards kitaplarına alternatif olacağını söylemek, biraz hiciv dolu olsa da; yanlış sayılmaz.

Ülke pavyonları ise; benim hiç bir sene görmediğim bir tutarlılık ve uyum içindeydiler. İlk defa, dersine iyi çalışmış ve sorulan sorunun ekseninden çıkmadan, doğru cevabı vermeye kendini adamış, disiplin içinde ülke pavyonları gördüm.

“Modernite’nin tenakuzu, emilmesi, kabullenilmesi” diye tercüme edebileceğimiz “absorbing the modernity”teması, ülkelerin kendi mimarlık tarihleriyle ve onu oluşturan ekonomik ve siyasi sistemlerle hesaplaşmasını ortaya koyan sergiler ortaya çıkarmış.

Sosyal adalet, ekonomi, gelir dağılımı gibi sorunlarını çözmüş ülkelerin, moderniteyle olan ilişkilerinin, aynı kriterleri tepeden inme yöntemlerle sağlayan ülkelere göre, daha tutarlı ve “tenakuz edilmiş” moderniteler yarattığını ve bunu, bulundukları coğrafyadan bağımsız olarak yaptıklarını, sergilerden takip edebiliyoruz. Bu sergiden anladığımız dünyada mutlu moderniteler kadar, mutsuz moderitelerin de olduğudur.

Mimarlığın toplumlarda süreçleri tetikleyen ve etkileyen değil, sürecin bir parçası, hatta sonucun bir bileşeni, bir katmanı olduğunu anlatan bu sergi sonrasında, Rem Koolhaas’ın da kendiyle ve son yirmi yılda dayattığı mimarlık anlayışıyla bir hesaplaşma içine girdiğini de düşünüyorum. Bu bienal sonunda, izleyicilerin gerçek mimarlığı hatırlayacaklarını, sakince oturup; gündemi ve çağı, yeniden değerlendireceklerini düşünüyorum.

Kerem Yazgan / Yazgan Mimarlık
2014 Venedik Mimarlık Bienali’nde 2012’deki bienalde yakalanamayan “common ground” Koolhaas’ın yaklaşımı ile evrensel bir boyuta yaklaştı bana göre. Scarpa gibi bir usta’nın mimari yapı taşlarının, parça parça nasıl biraraya gelebileceğini gösterdiği Venedik’te, Koolhaas’ın “Fundamentals” sergisinde yapıyı parçalarına ayırarak hem Scarpa’ya dolayısıyla serginin bulunduğu bağlama yaptığı bana göre gizli atıf, hem tüm mimarlara hem de kullanıcılara hitap ederken yakaladığı “temel” ve “ortak zemin” ve bu parçaların her birinin “kültürüne” girmesi uzun yıllardır üzerine düşündüğümüz yapı taşları, bu taşların tasarımının ve bu taşlarla oluşan mekanların yaşantısı ile oluşan kültür arasındaki ilişkiyi net ve son derece zengin bir içerikle ortaya koymaktaydı. Özellikle serginin girişinde ziyaretçiyi karşılayan “tavan” bölümünde tüm asma tavanın günümüzdeki kesiti ile geçmişteki asma tavansız tavanın ilişkisi tüm çarpıcılığıyla sadece tavana bakarak mimarlık kültüründeki değişime dair ipuçlarını serginin başından veriyordu. Hemen ardındaki bölümde ise tüm bu parçalardan oluşan mekanların, içlerindeki tuhaf yaşantılarla nasıl bambaşka olabileceklerini gösteriyordu.

Koolhaas ve sergi için çalışan tüm ekip, en temel, merdiven, kapı, tavan, zemin, çatı, vb. yapı taşlarını sergilerken aslında sıradanın-banalin içindeki olağanüstü mimari-kültürel ve sosyal zenginliğin ipuçlarını ortaya koyuyordu. Özellikle “Parameters of the political balcony” çizimindeki gibi sıradanın farklı kullanımlarının istatistiki bir şekilde yanyana koyulup, mimarca bir bakışla yorumlanması, aslında benzer mimari parçaları ve yaşantılarını yanyana koyduğumuzda nasıl farklı bakış açılarına ulaşabileceğimize dair bir örnekti. Aslında balkon, balkondu aynı zamanda, kapı da kapı. Antarktika’da da, İspanya’da da. Ama farklı yaşamlar sıradan bir balkonu yeterince ilginç kılıyor.

Aslında sergidekinden çok daha fazla kategori var tabii ki mimarlığın yapı taşları olarak. Nasıl ki bir araba 2.000 ile 20.000 parçadan oluşuyorsa, bir yapı ve mekan da parçalardan oluşuyor aslında, her ne kadar 21. Yüzyıl mimarlığı, Scarpa’nın antitezi gibi, bu parçaları biraraya getirerek mekanda bütünleştirip birbirleri içine eritmeye çalışsa da. Yapı, mekanlardan, mekan da parçalardan oluşurken her bir parçanın kendi hikayesi, potansiyeli, biraraya gelişi ve mimarlık kültüründeki yerini düşününce insan “Fundamentals” sergisinde gezerken şu “temel” soruları sormadan edemiyor: Bir yapı ve mekan kaç parçadan oluşur? Bir yapı ve mekan kaç kültürden oluşur? Ve Her bir parçanın kendi otonom tasarımsal, yapısal, kültürel ve sosyal potansiyelleri ve hikayeleri ile biraraya gelişlerini, dünyanın farklı yerlerindeki kullanımlarıyla ve mekanın dinamik, günlük yaşantısıyla çarptığımızda çıkan zengin kombinasyonu düşündüğümüzde “modernitenin absorbe” edilmesi mi? yoksa mimarlığın sıradan temel taşları içindeki olağanüstü kültüründen, başka bir mimarlık düşüncesinin absorbe edilip geliştirilmesi mi?

Yelin Evcen / Gönye Mimarlık

  1. Venedik Mimarlık Bienali'nde ana tema "Fundamentals" altındaki, aslında birbiriyle iç içe üç ana konu olan "Monditalia", "Absorbing Modernity 1914-2014" ve "Elements of Architecture" sergilerini gezerken, konu her ne kadar ilk bakışta modernizm ile ilgili algılansa da bienalin amacının mimarlığın çok daha eski, hatta varoluş sebebini hatırlatması oldukça etkileyici ve düşündürücüydü. İlk gün, Arsenale'de bulunan Monditalia'yı gördük. İtalya ve İtalyan kültürü hakkında kısa bakışlar sunan sergide, diğer sanat dallarından kesişmeler ve canlı performanslar sergiyi desteklemekteydi.

Giardini'deki "Elements of Architecture" mimarinin fonksiyonel elemanlarının tek tek işlendiği bu sergi, her bir elemanın tarihteki gelişimiyle birlikte kolayca algılanabilecek şekilde sergilenmesiyle oldukça etkileyiciydi. Kapı, tavan, koridor, balkon gibi elemanların, serginin giriş bölümünde, sinemadan kısa bölümlerle anlatılarak hepimizin hayatlarında dahil olduğu hikayeler olarak sunulması, bu elemanların teknik bakış açısı dışında geniş bir pencereden gösterilmesi açısından hoş ve akılda kalıcıydı.

Giardini'deki "Absorbing Modernity 1914-2014" konusunu işleyen farklı ülkelerin pavyonlarında gezerken, her bir ülkenin sergisinde gerek mimariye gerek modernizme farklı eleştirel noktalar görmek, bir çok pavyonda sürecin doğal olarak sadece mimari değil sosyolojik ve ideolojik olarak da incelenip sergilenmiş olması ufku genişleten bir bakış açısı sundu. İngiltere başta olmak üzere bazı pavyonlarda modernizmle ilgili "ne hayal edildi, ne oldu" noktaları, oldukça düşündürücüydü. Bu sergiyi gezdikten sonra, ne yazık ki ülkemizde henüz toplumsal "hayal" sürecinde olduğumuzu, vadedilen "modern"in, gelecekte varılacak bir hayal kırıklığı olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünmemek mümkün olmadı. Fransa pavyonunda Jacques Tati'nin filminde yola çıkarak sorulan soru, bu düşünceleri özetliyor gibi ; "Lamodernité, promesse ou menace?"