Bazen yapmamak yapmaktan daha önemli oluyor!

Tülin Hadi ve Cem İlhan ortaklığında çalışmalarını sürdüren TeCe Mimarlık, 1992 yılında İstanbul’da kuruldu. 1994’ten beri de Hadi ve İlhan birlikte çalışıyor. İlk yıllar daha çok yarışma projeleri üzerine yoğunlaşan TeCe’nin çalışmaları zamanla yerini kentsel tasarım ve mimari tasarım ağırlıklı uygulamalara bırakmış... TeCe çok şanslı bir ofis, çünkü Türkiye’nin duayen mimarlarından birisi olan Sevinç Hadi’nin onursal ortakları.

Tülin Hadi ve Cem İlhan ortaklığında çalışmalarını sürdüren TeCe Mimarlık, 1992 yılında İstanbul’da kuruldu. 1994’ten beri de Hadi ve İlhan birlikte çalışıyor. İlk yıllar daha çok yarışma projeleri üzerine yoğunlaşan TeCe’nin çalışmaları zamanla yerini kentsel tasarım ve mimari tasarım ağırlıklı uygulamalara bırakmış... TeCe çok şanslı bir ofis, çünkü Türkiye’nin duayen mimarlarından birisi olan Sevinç Hadi’nin onursal ortakları.

Bugüne kadar iki projeleri ile ülkemizin en prestijli mimarlık ödülü sayılan Ulusal Mimarlık Yapı Dalı Ödülü’ne layık görüldüler ve 2006’da ODTÜ KKTC Rektörlük, BİM ve Kütüphane Binaları, 2012 yılında da Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi projeleri ödüllendirildi.

Mimarlık dünyasında yarışma başlığı nerede ise TeCe Mimarlık ile özdeşleşmiş gibi. Yarışmaları kendilerini deneme fırsatı olarak gibi görüp, gelişimlerine büyük katkı sağladığını düşünen bir yapıları bulunuyor. Çalıştıkları alanın sınırı, ofisin ilk yıllarından bugüne kadar üzerinde durdukları bir konu olmuş. Projelerin içinde bulunup, hakim olamayacakları bir ofis ölçeğinin dışına çıkmamayı prensip edinmişler. Projenin veya büronun sınırını belirlemek arasında kendileri için pek fark olmadığını ifade ediyorlar.

Biz de Tülin Hadi ve Cem İlhan ile Şandor Hadi tarafından tasarlanan ve önümüzdeki aylarda kentsel dönüşümün bir kurbanı olmayı bekleyen İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kütüphanesi’nin son durumunu, Sevinç Hadi’nin içinde yer aldığı bir atölyenin üretimini, yarışma projelerinde yer almalarının kazandırdıklarını ve gündemdeki projelerini konuştuk.

Bir mimarlık atölyesi anlayışı içinde süregelen ofisinizde tasarım anlayışınız nasıl gelişiyor?
İşe başlarken hiçbir zaman baştan verilmiş cevaplarımız bulunmuyor. Çözümü çevrenin, arsanın, programın verilerine bırakıyoruz. Yere kulak veriyoruz diyelim. Bu tavır sebebiyle bizi “eleştirel bölgeselcilik” içinde değerlendirenler oldu. Bu hoşumuza giden bir sınıflandırma olsa da, ancak güçlü yerel referansların varlığında daha anlamlı olabilen bir tanım. Oysa projelerimiz her zaman bu tanımın hakkını verecek derecede güçlü referanslara sahip alanlarda tasarlanmıyor. İklim, ölçek, malzeme ve tabii insan davranışı ne olursa olsun önem taşıyor.

Ortaklarınız arasında mimarlığa büyük katkısı olduğunu düşündüğüm bir isim var; Sevinç Hadi! Sevinç Hanım’ın onursal ortağınız olması size ve çalışanlarınıza büyük bir tecrübe olsa gerek. Sevinç Hanım ile çalışmak nasıl?
1/2000 ölçekte ıslak hacimlere şaft çizebilecek düzeyde detaylı düşünen ve çalışırken enerjisi bitmeyen bir mimarla çalışmak nasılsa işte öyle. Yarı şaka yarı ciddi, adamı perişan eder. Şaka bir yana, sadece çalışırken değil önündeki meşguliyet ne olursa olsun, bütün dikkatini oraya verir. Bugünün tabiriyle anın içinde yaşar. Bu yaşamsal tecrübeyi mesleğine de taşımış bulunuyor.

Bundan başka çok önemsediğimiz bir alışkanlığı insanları, yaşamı gözleme ve anlamaya çalışma alışkanlığı. Bir çocuk, bir kadın, bir köylü, bir zengin nasıl yaşar, ne ister, nasıl rahat eder, bu insanların her birinin yaşamı nasıldır. Bir nevi kullanıcılar ile empati kurma alışkanlığı. Bu alışkanlığı, Sevinç Hadi-Şandor Hadi olarak kendi mimarlıklarında sıklıkla harekete geçirmişlerdir. Mesela, Dumlupınar Anıtı Yarışması için, gidip yerinde törenleri izleyip, gördüklerini bir anlatışı vardır Sevinç Hadi’nin, kadınların başlarındaki bembeyaz örtüler, insanların yanlarında getirdikleri karpuzlar, tören bitince bir anda yok olan mahşeri kalabalık. Bunları kendi gözleriyle görmüş ve yaşamış olmaktan aldığı zevk, film gibi anlatışı çok etkileyicidir.

Siz yarışmalar aracılığı ile proje üretimi olan bir ofissiniz. Yarışmalar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bize en çok sorulan soru herhalde bu olsa gerek. Sanki yarışma ve TeCe Mimarlık özdeşleşmiş gibi. Yarışmalar bize defalarca, kendimizi deneme fırsatı verdi, gelişmemizi sağladı. Büronun kuruluşu bir yarışma vesilesiyle oldu. İlk sözleşmeler, yarışmaların sonuçları üzerine imzalandı. Bir sürü dereceden sonra, ilk yapılarımız da yine yarışma sonucunda inşa edildi ve mimarlığın ne olduğunu asıl o zaman anladık. Yarışmanın her zaman en önemsediğimiz tarafı şeffaf ve demokratik bir süreç olması oldu. Ne var ki, yarışma yönetmeliklerinin zaman içinde yenilenmemiş olması, süreç ve maliyetlerin artmasına neden olması sebebiyle idareler çoğu zaman yarışmadan uzak durmaya çalışıyor ve yarışmanın bizce en değerli olan yanı da zarar görüyor.

Yarışma sonucu ürettiğiniz projelerinizde işverenlerinizle ilişkileriniz nasıldı?
Ekip olarak hem açık ulusal yarışmalarda hem de sınırlı yarışmalarda birçok birincilik ödülü aldık. Ulusal yarışmalarda kazandıklarımızdan birkaçının uygulama projelerini de çizmiş olmakla beraber sadece ODTÜ KKTC Kampüsü Rektörlük, Kütüphane, Bilgi İşlem Merkezi projesi hayata geçti. Yarışmayla kazanılan işin uygulanmayacağına o kadar inanmıştık ki, ODTÜ Rektörlüğü bizi sözleşme için arayınca epey bir şaşırmıştık. ODTÜ Kıbrıs’taki kampus için kendi hocalarından ve uzmanlardan oluşan, ki bunların arasında çok deneyimli, özellikle bu proje için görevlendirilmiş proje ve şantiye yöneticileri vardı, bir ekip kurmuştu. O ekip sayesinde deneyimsizlikten kaynaklanan meseleleri kazasız belasız atlattık. Birbirimizi tanıdıkça da, çok daha iyi anlaştık.

ODTÜ deneyiminden sonra davet edildiğimiz sınırlı yarışmaların sayısı arttı. Belki yatırımının planlamasını ve hazırlığını önceden yapan işverenlerimiz olduğu ve bizler de onları anlamak için çok istekli olduğumuz için ilişkilerimiz iyi gelişti. İşverenlerimiz, yarışmalarda alınan kararların arkasında durmak konusunda istekli oldular. İstisnası bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Şimdi bu soruyu cevaplarken fark ettim ki, bu belki de yarışmada bir soru için birkaç cevabı görüp değerlendirmiş olmanın sonucu olabilir.

Yarışma sonucu olsun olmasın, bir yapının elde ediliş sürecinde, işveren, mimar ve yüklenicinin oluşturduğu, herkesin görevini iyi bildiği bir işbölümüne inanıyoruz. Zaman zaman oyuncular arasında gerilimler yaşansa da, bu işbölümünün tanımına geri dönmek meseleleri yoluna koyuyor.

Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış Kentsel dönüşüm konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Bundan bir on yıl kadar önce arabayla Kağıthane üzerindeki viyadükten geçerken etrafa bakmış, bir gün bu rastgeleliği, sağlıksız yığını düşünülmüş, planlanmış şekilde yeniden inşa etmek mümkün olabilir mi diye konuşmuştuk. Önümüzde uzanan alan o kadar büyüktü ve bunlardan o kadar çok vardı ki, bunu konuşurken bize imkansız görünen işin mali boyutu, bunu kimin yükleneceği gibi konulardı. Kentsel dönüşüm, her türlü masrafın yatırımcıya bırakıldığı bir finans modeli üzerine kurulduğu için iyi bir fırsat harcandı, mesele yatırımcıların keyfine ve çıkarına endekslenmiş oldu. Bu noktada yatırımcıları pek de hatalı göremiyoruz, kim sermayesini bu kadar dallı budaklı bir işe yatırıyor olsa karşılığını maksimum düzeyde almak ister. Yapılanlar için elbette mimarlar, mühendisler çalıştı ama üst ölçekte planlamalar yapılmadı, katılım zaten hiç söz konusu olmadı. Zaten kullanıcılar da meseleye nasıl bir çevrede yaşayacağım diye değil, kaç metrekare alacağım diye baktı. Böylelikle de, kentsel dönüşüm, kentsel bölüşüm ya da rantsal dönüşüm falan gibi bir şeye dönüştü.

Art arda yaşanan depremler kentsel dönüşümün bahanesi oldu, sağlam yapılar inşa etmeliyiz dendi ama şimdi ortaya çıkan acaba hangi bahaneyle dönüştürülecek?

Sizin kentsel dönüşüm konusunda deneyimleriniz, yaptığınız projeler oldu mu?
Birkaç tane önemli alanda kentsel dönüşüm için fikir projeleri ürettik. İlk sorunuz ile ilişkilendirerek cevaplarsak; ofis olarak sahip olduğumuz ölçek, kentsel tasarım ölçeği gibi daha geniş ve kapsamlı boyutlarda projelere soyunmamıza bir engel teşkil etmedi hiçbir zaman. Sütlüce Örnektepe Mahallesi, Okmeydanı masterplanları için çalışmalar yaptık.

Bu projelerin en çarpıcı noktası kentsel dönüşümün kendi dinamiklerine eklenen İstanbul topografyası oldu. Çalıştığımız alanlarda, yer yer %100’e varan eğimler söz konusu idi. Yönetimler yükselmemek, yatırımcılar ise satamayacağı halde inşa etmek zorunda kaldığı alanı toprak üzerinde telafi etmek istiyordu. Böylelikle, kendini arazilerin olanaklarını ölçüp biçmekle sorumlu sayan mimarların bir yandan yatırımcının desinatörü, diğer yandan yönetimin yatırımcıya göz kulak olmak üzere atadığı muhafızlar haline geldiğini gözledik. Kamuya yönelik ortak alanların büyüklük ve işletme, bakım sorunlarından dolayı ne yerel yönetimler, ne de yatırımcılar tarafından sahiplenilmek istenmediğini gördük. Dönüşümü hızla gerçekleştirmek kaygısıyla, sürecin içinde olması gereken ve düşünsel arka planın verilerini sağlayacak olan disiplinler (kent coğrafyacıları, tarihçiler, ekonomistler, sosyologlar) bilerek ya da bilmeyerek işin dışında bırakıldı.

Bugüne kadar çok göz önünde olduğu halde bıraktığınızı bildiğimiz projeler var. Sebebini sizden dinleyebilir miyiz?
Bazen yapmamak yapmaktan daha önemli oluyor. Böyle durumlar projenin ideallerine, varlığına ve geleceğine inancımızı yitirdiğimiz zaman yaşanıyor. Mimar olarak sadece işveren ve kullanıcının değil, şehirde yaşayanların haklarını da kollamak durumundayız. Kendimize tanımladığımız sorumluluğu yerine getiremediğimiz zaman yapmamak “burada bir yanlış var” demenin yolu oluyor.

Yavaş yavaş yitirdiğimiz çağdaş mimarlık projelerine Şandor Hadi tarafından tasarlanan İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kütüphanesi kentsel dönüşümün parçası oldu. Konu ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi yarışma projesinden elde edilişine kadar çok çok uzun zamana yayılmış bir yapı (1964-1986). Gelen her müteahhidin bir öncekinin yarım bıraktığını toplamak üzere işe başlayıp sonra onun da yarım bırakıp gittiği, ihaleler tarihçesi zengin bahtsız bir yapı. Şartnamesinde belirtilen kamulaştırmaların yapılmamasından dolayı da önemli bir kısmı inşa edilememiş, o nedenle söyleyecekleri yarım kalmış bir bina. Öte yandan yapıldığı kadarı ile bile kente ait referanslara ve bir kütüphanenin iç yaşantısına dair çok iyi cevaplar veriyor. Nitekim öğrenciler, burayı yoğun şekilde kullanıyorlar. Bugün yıkımından konuşmamızın gerekçesi depreme karşı dayanıksız olması. Olabilir. Bu konuyu üniversitenin rektörü ile görüşmeye gittik. Yapının rökonstrüksiyonunu ve ihtiyaca göre yenilenmesini önerdik. Anlaşılan o ki ikna edememişiz. Bütün bu yıkıp yapmalarda daha iyi bir yapıya veya çevreye sahip olmaktan çok “yeni cici”lere sahip olma coşkusu görüyorum. Kütüphane de bundan nasibini alıyor. Tarihselci öykünmeler falan gibi arzuları olduğunu sanmıyorum çünkü eğer öyle olsaydı, en kuvvetli tarihsel referansı geleneksel Osmanlı Mimarlığı hatta daha da kesin konuşalım Beyazıt Camii’nin iç mekan kurgusu olan bu yapıya sahip çıkmaları gerekirdi.

Bu referanslar yapıya nasıl aktarılıyor?
Kütüphane konusu yarışmaya çıkmazdan önce Şandor Hadi, Turgut Cansever’in ekibinde Beyazıt Meydanı Yayalaştırma Projesi’nde çalışıyor ve bu nedenle Beyazıt’ta bulunuyormuş. Bir çok defa Beyazıt Camii’ne girmiş. Bu ziyaretlerin etkisinde, büyük orta mekan ve ona katılan yan mekanlar fikri kütüphanenin ana kurgusunu oluşturmuş, ki bu sadece Beyazıt Camii’nde değil pek çok Osmanlı yapısında mevcuttur. Bu mekansal karakteristikler kütüphanede, yüksek bir orta okuma alanı, kot farkları ile ayrılıp bu büyük hacme yanlardan ve yukarıdan katılan yüksekliği az ikincil mekanlar olarak karşımıza çıkıyor. Yine geleneksel mimaride bulunan bir büyük mekanın parçalanması, değişik kotlardan değişik açıların izlenebilmesi, insan ölçeğine uygun boyutların sağlanması, yandan süzülen ışıklar gibi özellikler kütüphanede kendini gösteriyor.

Biraz da projeleriniz hakkında konuşmak istiyorum. Son projelerinizden Ford Otosan Mühendislik Merkezi’ni anlatabilir misiniz?
Uzun bir proje elde etme süreci sonunda ortaya çıkan bir yapı oldu Ford Otosan Kartal Mühendislik Kompleksi. Bir kampus gibi tasarlandı. Alışılmış ofis binası formatının dışına çıkmaya çalışıldı. İçinde ciddi bir programı barındırıyor: araç tasarım merkezi, test alanları, simülasyon hacimleri, ofisler, oditoryum, açık ve kapalı sergi mekanlarından oluşan bir proje. TEM otobanının yanında konumlanan yapılar iç dünyasını pek belli etmeyen uzun monolitik kitlelerden oluşuyor. Çift cidarlı dış cephesi perfore alüminyum bir katman ile kaplı.Yakınına geldiğinizde kendini yavaş yavaş açıyor. İçe bakan cepheler tamamen şeffaflaşarak bir zıtlık oluşturuyor. Bir diğer esprisi ise arsada olmayan bir topografyayı yaratması: hiç eğimi olmayan bir arsada zemini yer yer yükselterek veya çökerterek ilginç ara mekanlar oluşturması. Bunu daha iyi anlamak için yapıyı yakından tecrübe etmek gerekiyor. Ancak bu yapı yüksek güvenlik önlemleri alınmış, içine kolay kolay girilemeyen bir Ar-Ge binası olduğu için zor.

Yapıyı farklı kılan nedir? Biraz açar mısınız?
İstanbul Kartal’da inşa edilen Ford Otosan Mühendislik Merkezi, Ford Otomotiv grubunun dünyadaki dördüncü mühendislik merkezi olarak planlandı. İçinde 1500 kişinin çalıştığı 38.000 metrekarelik kapalı alana sahip yapılar, her türlü çağdaş teknolojik olanakları kullanan, farklı etkinliklerin bir arada yer aldığı zengin bir çalışma ortamına sahip. TEM otoyoluna cephe veren kompleks iki ana ofis kitlesinin tanımladığı bir avlu oluşturuyor. Otobana paralel konumlanan bloklardan ön planda olanı aynı zamanda buradan gelen gürültü ve rüzgara karşı bir bariyer olarak davranıyor. Bu bloğun arkasında kalan mekanlar tamamen rekreatif amaçlı açık gezinti ve buluşma alanları olarak kullanılıyor. Paralel ofis blokları açılı bir şekilde avlu boyunca uzanarak köprülerle bağlanıyor. İki kitlenin arasında yer alan kafeteryaya basamaklarla inilen çökük bir avludan ulaşılıyor. Bu basamaklar aynı zamanda bir amfi tiyatro olarak da kullanılabiliyor. Kafeteryanın çatısı aynı zamanda ofis zemin katlarından ulaşılabilen bir bahçe. Tasarım stüdyoları ise kompleksin girişten en uzakta ve altında yer alıyor. Bodrum kotunda konumlanan stüdyolar çatıdan doğal ışık alan mahrem mekanlar. Yapıların dış çeperleri pasif güneş kontrolü sağlayan perfore alüminyum ile kaplı. Bu karar belki de en risk aldığımız nokta. Ciddi bir yüzeyi yarı geçirgen bir malzeme ile kaplıyorsunuz. Dışarıdan masif bir etki elde etmenizi sağlarken içerden, sanılanın aksine, tamamen şeffaf bir algı sunuyor. Avluya bakan cephelerde bu kaplama tamamen kaldırılarak cephe şeffaflaşıyor ve avlu ile doğrudan görsel temas kuruluyor. Bir metafor olarak da yorumlanabilir bu tavır: mühendislik merkezinin aslında bir bütünün ortadan ikiye ayrılarak ortadaki avluyu oluşturduğunu ima ederek…

Aydem Ofis ve Kültür Merkezi Projenizin tasarım anlayışını dinleyebilir miyiz?
Aydem Ofis Binası, Ford Otosan’la benzer tasarım özellikleri taşıyan bir proje. Ford Otosan’da olduğu gibi burada da amaç salt ofis binası olmanın ötesinde bir araya gelmeye olanak sağlayan alanlar yaratmak. Ford Otosan da kullanım özellikleri sebebiyle kamusallaşamayan, sadece kullanıcılara özel olan bu buluşma alanı, Aydem Ofis Projesi’nde program desteğiyle ofistekiler kadar çevreden gelenlere de açık hale gelebiliyor. Kurumun asal kullanımı olan ofislerin yanı sıra banka şubesi, zeminde kiralanabilir alanlar, müşteri ilişkileri birimi, sergileme alanları, çok amaçlı salon sayesinde halka açık alanlar üretilebiliyor. İki farklı kotta yer alan avlular, sokaktan itibaren süreklilik içinde birbirine bağlanıyor. Zemin üstündeki katlar ofis çalışanlarına ait olup aşağıyı da görme olanağına sahipken, zemin kat ve altındaki kotlar tüm kullanıcılara ait olarak yapının hiyerarşisi de sağlanmış oluyor.Yine Ford Otosan projesinde olduğu gibi, arazide olmayan topografyayı kendi içinde yaratarak çözüm üretmeye çalışan bir anlayış var.

Öğrencilerle birlikte olmaktan keyif aldığınızı gözlemliyorum. Hala okulda olmak ve pratiği teorikte yaşamayı nasıl görüyorsunuz?
Her ikimiz de uzun zamandır farklı akademik ortamlarda stüdyolar yürütüyoruz, jürilere katılıyoruz. Gerçekten keyif de alıyoruz. Ofisin dışına çıkarak, yaptığınız işe dışarıdan bakmanızı kolaylaştıran, özeleştiriyi doğallaştıran bir durum. Teori ile pratik arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi taze tutan, eleştirel gözlem konusunda antrenmanlı olmanızı, pratikte mesafeli olduğunuz farklı bakış açılarına açılmanızı sağlayan bir şey okulda olmak.