Dünyanın öteki ucu denebilecek bir nokta! Herkesin gitmek istediği ama gitmeye pek de cesaret edemediği bir şehir. Türkiye’ye çok uzak bir destinasyon. Yaklaşık 13 saatlik bir uçuşun ardından vardığınız, herkesin kaotik diye tanımladığı dünya şehirlerinden birisi Sao Paulo…
Dünyanın öteki ucu denebilecek bir nokta! Herkesin gitmek istediği ama gitmeye pek de cesaret edemediği bir şehir. Türkiye’ye çok uzak bir destinasyon. Yaklaşık 13 saatlik bir uçuşun ardından vardığınız, herkesin kaotik diye tanımladığı dünya şehirlerinden birisi Sao Paulo…
Akıl almaz bir büyüklüğü var. Büyüklüğünün içine aldığı, Amazon etkisi ile çevrenizi saran bitki örtüsü ve tropikal ağaçlar… Kaldırımlarda yatan evsizlere inat, sokakları bir spor merkezi haline getiren gençleri, sanki Karnaval’a hazırlanırmış gibi neredeyse her sokak başında veya parkında dans eden kızlı-erkekli grupları ile tam bir Latin Amerika şehri.
Sao Paulo’ya giderken içimde korku ve endişe arasında gidip gelen bir duygu vardı. Bu karmaşık duygunun sebebi, 4 yaşındaki oğlumun da eşim ve benimle seyahat etmesiydi. Daha önce giden bir çok arkadaşım, okuduğum bir çok blog yazarının ortak noktası Sao Paulo’nun tehlikeli ve kaotik bir şehir olduğunu söylemesiydi. Sokakta silahlarla çevrenizi sarabilecek çocukların hikayelerinden tutun da, yolda yürürken kolunuzdaki saati alıp gidebilecek çeteler olduğuna kadar bir çok duyduk. Biz şanslıydık sanırım, büyük bir sorun yaşamadık. Yaşadığımız en saçma şey trafikte ilerlerken, bir Uber şoförünün bir polis arabasına çarpması ve ardından da bizi gitmek istediğimiz yere götürmek için inat etmesi ile trafikten kaçmak için Crackland dedikleri bir sokağa bizi sokması oldu. Biz içinden geçerken polis baskını vardı ve havada çöp torbaları uçuyordu. Bu sahneleri ancak bir Hollywood filminde izleyebiliriz sanırdım ama gördüklerimiz maalesef gerçekti. Siz siz olun sakın ama sakın Tren İstasyonu’na ve Pinacoteca do Estado de Sao Paulo’ya çok yakın olan Crackland’in çevresinden bile geçmeyin. Biraz araştırınca ne kadar büyük bir tehlike atlattığımızı anladık doğrusu.
Tüm bu yaşadıklarımıza rağmen Avenida Paulista çok güvenilir bir cadde. Büyükdere Caddesi’ne benzeyen, iş dünyasının nabzının attığı, bankaların ve alışveriş merkezlerinin olduğu bu caddeyi, Pazar günü trafiğe kapatıyorlar. İnsanlar Pazar günlerini caddede bisiklete binerek, yürüyüş yaparak, sokak şarkıcılarının müziklerini dinleyip dans ederek geçiriyor. Bulvarın üzerindeki Parque Trianon’un girişine yiyecek pazarı, karşısındaki müzenin altına da çok güzel objeler alabileceğiniz bir antika pazarı kuruluyor. Gümüşler, porselen biblolar, takılar, yemek takımları satılan bu pazarda, Sao Paulo’dan evinize bir hatıra alabilirsiniz. Çünkü çok turistik bir yer olmadığı için fazla bir alternatifiniz yok. Bu pazarı hediye ve hatıra eşya almak için değerlendirebilirsiniz.
Paulista’nın üzerindeki sembolik yapı MASP (Sao Paulo Sanat Müzesi) Sao Paulo’dan görmeden dönmeyin diyeceğim nefes kesen bir müze. Yapının mimarı hiç şüphesiz 20. yüzyılın en etkileyici mimarlarından birisi olarak tarihe geçen ve Brezilya’nın kırmızı çizgisi ile ikonik yapılarına imzasını atan Lina Bo Bardi’ye hayran olmamak mümkün değil. 1962 yılında açılan müze yapısı o dönemin çok önünde bir tasarım vizyonu ile hayat bulmuş. Lina Bo Bardi binayı sergi elemanları ve mobilyaları ile tasarlamış. Sergi elemanları müzelerde alışılagelmiş düzenlemeleri adeta reddederek yeni bir sistem denenmiş. Tüm koleksiyondaki tabloların size kucak açtığı bir sergileme methodu diyebilirim. Kendinizi Paris’te bir müzede hissedebileceğiniz kadar iyi bir koleksiyonları var. Van Gogh, Picasso, Cezanne, Renoir, Ingres, Raphael, Monet… Kimler yok ki. Bu denli yoksulluğun söz edildiği topraklarda bu sanat eserlerini nasıl korumayı başarmışlar, gerçekten anlaşılmaz.
Lina Bo’nun Sao Paulo’daki diğer yapılarından da söz etmeden geçemeyeceğim. Lakin SESC24 Pompeia oluşumu ve Cam Evi ile mimarlık tarihinde derin izler bırakmış. Cam Evi’nin mimarlık kitaplarından fotoğraflarına hayranlıkla baktığımı hatırlıyorum. Bu evi eşi ve kendisi için atölye çalışmalarını yapmak üzere bir buluşma noktası olarak tasarlamış, ancak bir dönem sonra tamamen taşınıp evin bahçesine bir de ofisini kurmuş. İnşa edildiği yıllarda arazi bakirken, peyzaj tasarımı ile evin çevresini tropik bir ormana çevirmiş. Binanın ortasındaki boşluktan ışık alarak, neredeyse heykelimsi bir sanat eserine dönüşen bir ağaç yükseliyor.
Bu şehirde mimarlığından sonra hayran olduğum şehir parkları. Mesela Ibirapuera Parkı. Parklarında bile mimarlığın nefes kesen yapılarını hissetmek eşsiz bir duygu. Mimarlığın bu denli kamusal bir düzlemde buluştuğu ender şehirlerden birisi sanırım Sao Paulo. Bu etkinin öncülerinden, çağdaş mimarlığın isim babalarından ve ülkenin sembollerinden birisi haline gelen Oscar Niemeyer’in parkın içinde Brezilyalı kadınların vücutlarından esinlenerek tasarladığı kıvrımlı ve zarif yapıları görülmeye değer. Şehirde Niemeyer’in yeri o kadar saygın ki ikonik yapılarından birisi olan Edificio Copan’ın bulunduğu Av. Ipiranga’daki trafik ışıklarında binanın sembolü kullanılıyor. Bu binanın girişindeki tarihi Cafe Floresta’da da bir Brezilya kahvesi içmenizi öneririm.
Mimari anlamda bu kadar zengin olan bu şehrin önemli değerlerinden birisi de Amazon’un yaramaz çocuğu olarak anılan Alex Atala’nın D.O.M. Restoranı. Atala, D.O.M. ile Amazon ormanlarında keşfettiği lezzetlerle tasarladığı bir yemek deneyimi sunuyor. Biz öğlen yemeğinde gittik ve restoranına ilk kez gelenlere önerdiği İşçi Menüsü’nü aldık. Karınca ile servise başlanan yemeklerini denemek için muazzam bir adres olduğunu söylemeliyim. Atala’nın D.O.M. ile birlikte hatta çok yakınında Dalva e Dito isimli bir restoranı daha var. Ev usulü pişen ve herkesin daha uygun fiyatlı yemekler yiyebileceği bir brasserie diyebiliriz. Aykırı bir yemek yemeyeyim diyenler için de tavsiye edebilirim.
Aslında Brezilya mutfağı ve geleneksel yemekleri benim için biraz ağır ve yağlı. Beni damak tadı olarak pek tatmin etmese de dışı hamur kaplı peynirli veya tavuklu olan Coxinha, meşhur tencere yemekleri Feijoada, çiğ böreği andıran Pastel isimli böreğimsi yiyeceklerini her yerde bulabilirsiniz. Çok çikolata seven birisi değilim ama Brigaderio dedikleri çikolatalarını tattım ve bayıldım. Siz de denemelisiniz. Beni kalbimden vuran bir diğer şey de tabi ki ünlü içkileri Caprinhia! Şeker oranını mutlaka söyleyin, yoksa ikinci bardakta sarhoş yapabilirler sizi. Parklarında da Hindistan Cevizi sütü içmelisiniz. Ayrıca hemen her yerde taze meyve satılıyor.
Dünyanın hemen her yerinden meyvelerin buluşma noktası haline gelen Mercado Municipal (Belediye Pazarı) adeta Kapalı Çarşı gibi. İçeri girer girmez tezgahlarındaki meyveleri satmak için yarışan satıcıların taaruzuna uğruyorsunuz. Yüzlerce renk harmonisinin arasından seçilen meyveleri kesip size ikram ediyorlar. Hayatınızda ilk kez göreceğiniz ve tadına bakacağınız türden tropik meyveler… Hangisini çok beğendin diye sorarsanız inanın cevabım yok. O kadar çok meyve ikram ettiler ve yedim ki, hangisi en lezzetlisiydi karıştım. Meyvelerden satın almak isterseniz kiloları biraz pahallı diyebilirim.
Brezilya’nın kendi yöresel yemekleri haricinde Japon ve İtalyan mutfağı çok baskın diyebilirim. Hatta neredeyse her köşe başında bir Japon Mutfağı görürseniz şaşırmayın. Mutlaka gözünüze kestirdiğiniz bir tanesine girip, deneyin. Yiyebileceğiniz en iyi sushicilerin burada olabileceğini iddia ediyorlar.
Tavsiye: Sao Paulo’da hayatınızı kolaylaştıracak en iyi şey UBER. Gitmeden telefonunuza indirmenizi ve şehri ne kadar kolaylaştırdığını anlayacaksınız.
Çok tehlikeli bir şehir olduğunu söyleyenler, çocukla gitmenin delilik olduğunu anlatan bir çok arkadaşım oldu. Herkesin söylediğinin tam tersine çocuklu bir seyahatin çok da pratik olabileceğine dair tecrübelerimiz oldu. Belirtmeden geçemeyeceğim, Brezilyalılar için “çocuk” her yerde öncelikli demek. O yüzden çocuklu seyahati rahatlıkla önerebilirim.
Biz Sao Paulo Mimarlık Bienali için gittik. Venedik’ten sonra görme şansım olan ikinci Mimarlık Bienali oldu. Venedik’ten çok farklı bir kurgusu olduğu kesin. Daha düşük bir bütçe ile hazırlanıyor. Ama çok konsantre ve deneysel bir yapıları var. Daha araştırma odaklı. Bu sene Türkiye’den de bir katılım oldu. KPM Kerem Piker Mimarlık’ın Kurucusu olduğu Kerem Piker’in liderliğinde, Fotoğraf Sanatçısı Emre Dörter ve Mimar Ekin Erar işbirliği ile hazırlanan IPL (Informal Parking Lots of Istanbul) projesi Aralık ayına kadar Sao Paulo Kültür Merkezi içinde yer alan bienal sergisinin içinde görülebilir.